Bahar geldi. Doğa bir değişim içinde. Dünya yenileniyor. Covid 19’u bir felaket gibi görmek yerine,…

UZAKTAN EĞİTİM; KISA TARİHÇESİ VE GÜNÜMÜZ UYGULAMALARI
Dünya gündeminin merkezine Korona virüs yerleşmişken, haberlerde, manşetlerde, her bir bireyin zihninde aynı kaygı ve ruh durumu varken; ben bu günlerde eğitimin merkezine bir çırpıda gelip yerleşen uzaktan eğitimden ve ülkemizdeki durumdan bahsetmek istiyorum.
Uzaktan eğitim terimi artık eskisi kadar uzak değil. Aslında uzaktan eğitim fikri ve uygulamaları 19.yüzyıla dayanan eski bir tarihe sahiptir. Geçmişteki örneklere bakacak olursak;1833 yılında İsveç Üniversitesi kadınlara ‘Mektupla Kompozisyon’ dersi vermiştir. Chicago Üniversitesi 1892’de ilk mektupla eğitimi yaygın hale getirmiştir. 1919 yılında ABD ilk eğitim temelli radyo istasyonunu kurmuştur. Fransa ise savaş yıllarında, 1939’da uzaktan eğitim sistemini uygulamıştır.
Türkiye’ye gelecek olursak, bazı kaynaklarda okuduğum kadarıyla uzaktan eğitimin ilk olarak 1927 yılında eğitim sorunlarının görüşüldüğü bir toplantıda ele alındığını fakat sadece fikir bazında kaldığını öğrendim. Ülkemizde bu fikrin ilk ortaya atılma tarihinden tam otuz dört yıl sonra Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde Mektupla Öğretim Merkezi kurulmuştur. Daha sonra Yay-Kur eğitimleri, açık üniversitelerin kurulma kararı ve buna müteakip olarak 1981 yılında Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesinin açılması uzaktan eğitimde en önemli kilometre taşı olmuştur. Aynı sene içerisinde Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesinin TRT iş birliği ile okul televizyonu kullanarak eğitim vermeye başlaması ise artık uzaktan eğitimin vazgeçilemez olacağının ilk emaresiydi.
Gözümüzü bugüne çevirecek olursak, teknolojinin de gelişmesi ile evlerimizde, ofislerimizde, işin aslı cep telefonumuzu götürebildiğimiz her yerde hem eğitim hem de eğitimi ulaştırma olanaklarına ulaşabiliyoruz. Bu sayede, tüm dünyayı etkisi altına alan Korona virüs, eğitimde öğretmen ve öğrenci arasındaki ne bağı ne de etkileşimi zedeleyebiliyor. Bu tecrübe, tarihten silinmesi imkânsız olan bu zor günlerde, en azından olumlu açıdan bakabileceğimiz, umut kapısı aralayan bir konu değil midir? Çünkü eğitim demek, koşullar ne olursa olsun, aç bir bebeği doyurmak demektir. Öğretme arzusu ise, yine koşullar ne olursa olsun, öğrenciye bir şekilde ulaşarak, onu besleyebilmektir.
29 Mayıs 1453
“Bizans kalesinin çarpışmanın etkisiyle delinen duvarlarından Türk askerleri içeri sızar. İç surlara yaklaşmaya cesaret edemezler fakat bu esnada iç surlardaki küçük bir kapının açık kaldığını fark ederler. Barış zamanlarında, büyük kapıların kapalı tutulduğu saatlerde yaya geçişi için kullanılan Kerkoporta adlı bu kapı, saldırının telaşıyla kapatılmamış ve Fatih’in yeniçerileri de bu kapıdan sızarak kaleyi içten sarmaya başlamışlardır. “Kale düştü!” diye bağıran Bizans askerleri gibi kendileri de bağırarak düşmanın moralini alt üst etmiş ve kale gerçekten düşmüştür. “
21 Ağustos 1741
“ Uzun zamandır dişe dokunur bir beste üretemeyen ve ciddi anlamda maddi zorluk ve psikolojik yıkıntılar yaşan Georg Friedrich Haendel, tam da tüm umutlarını yitirmişken Charles Jennens’den bir mektup alır. Jennens ondan yazdığı bir eserini bestelemesini rica etmektedir. Artık işi bitmiş bir ihtiyar olduğunu düşünen Haendel, ilk önce Jennens’in kendisiyle dalga geçtiğini sanır ve çok sinirlenir. Ardından mektuptaki şiiri okur ve okudukça içindeki sanat ateşi yeniden alevlenir. Günler geceler süren çalışmanın ardından kendisini dünyaya tanıtan The Messiah’ın bestesini tamamlar.”
Stefan Zweig’ın “İnsanlığın Yıldızının Yükseldiği Anlar” adlı eserinden yola çıkarak yukarıda yer alan iki kısa bilgilendirme ile her zaman gözden kaçan, ufak detayların, inanmanın, her ne koşulda olursa olsun yılmadan çalışmanın ve de üretmenin önemine değinmek istedim. Üç paragraf önce vurguladığım öğretme arzusunun koşullar ne olursa olsun sona ermemesinin ve uzaktan eğitime önem verilmesinin bize neler katabileceğini hissettirebilmiş olmayı umarım.
Sanayi Devrimi ile ivme kazanan teknolojik gelişmelerin altın çağını yaşıyoruz. Endüstri 4.0 ile dünya tarihindeki en büyük yenilikleri, en gelişmiş teknolojileri tanıyoruz. Yapay zekadan üç boyutlu yazıcılara, insansız araçlardan sanal gerçeklik ürünlerine birçok alanda teknoloji neredeyse tamamen hayatımızın içerisinde yer alıyor diyebiliriz. Özellikle eğitim teknolojileri alanında geliştirilen birçok ürün/sistem biz eğitimcilerin daha etkin bir şekilde çalışmamıza imkân sağlıyor. İnsan vücudunu, işleyişini, hastalıkları artık 3 boyutlu olarak anlatabiliyoruz mesela. Ya da dünyanın bir ucundaki eğitimlere evimizin konforunda katılabiliyor, sınava tabi oluyor ve sonucunda bu çalışmamızı, kabul gören bir sertifika ile belgelendirebiliyoruz. Kitaplar, yüzbinlerce, milyonlarca kitap elimizin altında bize ulaşmak için bir “tık” hareketimizi bekliyor.
Teknolojik yeniliklerin rüzgarında mutlu mesut savrulurken Dünya aniden durdu. Bilim kurgu filmlerinden aşina olduğumuz bir virüs salgını her şeyi alt üst etti. Üstelik bu sefer filmlerde değil gerçekten de hayatımızda. Milyonlarca insan evlerine kapandı hayat durma noktasına geldi. Hepimizin bildiği diğer detaylara girmeden, Milli Eğitim Bakanlığımızın bu süreçteki çalışmaları ile ilgili fikirlerimi paylaşmak istiyorum;
13 Mart 2020
Milli Eğitim Bakanı Ziya Selçuk, ilk ve orta dereceli okulların 2 hafta süreyle kapatıldığını, eğitimin ise uzaktan sürdürüleceğini ilan etti ve sonrasında bildiğiniz gibi bu süre 30 Nisan 2020’ye kadar uzatıldı. Teknolojinin eğitim ile entegrasyonu tam hızıyla sağlanmaya çalışılırken hatta özellikle yabancı dil eğitiminde bilgisayar ve internet temelli eğitim, öğretim ve sınav metotları, online kaynaklar, kitaplar hızla yer alırken aniden Amerika ve Avrupa ülkeleri gibi biz de eğitimi sistemimizi tümüyle televizyon ve internet aracılığıyla yürütmeye koyulduk. Hatta ilk haftalarımızı başarı ile atlattık diyebiliriz.
Tüm dünya her açıdan bir kaosa sürüklenirken, eğitimi nasıl bu kaosun dışında tutabiliriz diye düşünürken eğitimde bir teknoloji devrimi başladı sanki. Ülkemiz bazında ele alırsak, öncelikle Milli Eğitim Bakanımız Ziya Selçuk’un özverili çalışmaları, rahatlatıcı, sakinleştirici ve yapıcı konuşmalarıyla, kendisi ve ekibinin başarılı stratejileri ile çok kısa bir sürede tüm kademeleri kapsayacak şekilde hem televizyon hem de bilgisayar/telefon/ tablet üzerinden sanki hiç sorun yokmuş gibi eğitime devam etmeyi başardık, başarıyoruz. Aksaklıklar elbette ki var ve olacak. Fakat, tüm branşlar ve tüm kademeler olmak üzere biz öğretmenler, öğrencilerimizin en temel hakkı olan eğitimden mahrum kalmaması adına çabalıyoruz. Online materyaller hazırlıyor, kamera karşısına geçip ders anlatıyor, WhatsApp üzerinden sorular çözüyoruz. Yetmiyor, elimizdeki tüm materyalleri dijital platformlarda meslektaşlarımızla paylaşıyoruz. Beklediğimiz tek karşılık için: EĞİTİM.
Kendimizi aniden içerisinde bulduğumuz ve aslında biz öğretmenlerin başlattığı bu eğitim seferberliği, teknolojinin tüm neferleriyle verdiği destek sayesinde eğitimde yeni bir devri, uzaktan ve Dijital Eğitimin tüm kademleri kapsayan, engelleri aşan, özveri ve hoşgörüyü de beraberinde getiren bir devri başlattı. Veliler de hiç olmadığı kadar etkin ve özverili bir rol almaya başladı. Hele öğrenciler; oyun ve eğlence amaçlı kullandıkları cihazları belki de ilk defa bilgi için, aydınlanma için kullanmaya başladılar. Her koşulda öğretmenlerinin kendilerine ulaşıp yollarını aydınlatabileceğini yaşayarak anladılar ve düşünüyorum ki sorumluluk anlayışları da bu sebeple olumlu bir evrilme dönemine girdi.
Karmaşayı önlemek ve mağduriyetlerin önüne geçmek adına atılan ilk adımın ardından peşindeki eğitim ordusunun verdiği destek ve güvenle, Türk Milli Eğitim Sistemi karmaşadan kaosa geçiş evresini alt ederek eğitimde “teknoloji” kelimesini tüm hatlarıyla kullanılabilir hale getirdi. Fırtınada yol almak zordur hatta bazen imkânsız. Kaptanınız cesur ve deneyimli ise size düşen rüzgarı arkanıza alıp güven ve inançla yolunuza devam etmektir.
This Post Has 0 Comments